Kekeme Edebiyat
Bizim yazarlarımız neden sınır ötesine geçemiyor? Harari’den, Zweig’dan, Kafka’dan neyimiz eksik?
Olaylara bakışımız kimlikler üzerinden çünkü. Bunu aşamadığımız sürece, sınırları da aşamayız. Bu ancak, acıları ve sevinçleriyle, beklentileri ve hayal kırıklıklarıyla insanı anlatmayı başardığımız zaman mümkün olur. Yetmiş iki millet nezdimizde bir olur. Kimlik ikinci planda kalır. Girdiğimiz edebi-sanatsal iklimde kişilik ortaya çıkmaya başlar. Birey olduğumuzu fark eder, sürüden uzaklaşır, kimlikler dışında/üstünde bir insan anlayışına ulaşır, insan olmaya yöneliriz.
Kimlikten bakınca Rus Moskoftur, Egenin öte tarafı Yunan’dır, İngiliz emperyalist, ABD zalimdir. Yahudi öteki, şeytan, sapıktır. Kemalist için çarşaf öcü, çarşaflı için ruj Lilith olmanın alametidir. Toplumsal olan parçalı, dünya biz ve düşmanlarımız diye açıklanır, tanımlanır, tasnif edilir.
Oysa Dostoyevski, Çehov, Tolstoy okuyunca kimliğimize düşman olan Moskof insan olur, acılarına üzülür, sevinçlerine katılır hatta özdeşleşiriz o Rusla. Kazancakis okuyunca denize döktüğümüz, Venizelos’un torunları güzelleşir birden, yüreğimize alıp ısıtmak isteriz. Uzun bacaklı, kırmızı ceketli İngiliz, Dickens da bizim gibi acı çekiyor, neler yaşamış, diye neredeyse ağlamaklı oluruz.
‘Biz’i inşa eden değerler geçmiştedir. Geçmişten gelen hatıra ile toplar çevresine okurlarını. O hatıralar geçmişin değer yargıları içinde anlamlı olabilir. Bugün bizi geleceği kurmaktan alıkoyan yüklere dönüşür belki de.
Zamanına seslenmeli, çağdaşlarına seslenmeli edebiyat-sanat. Geleceğe. Bunu başarabilmesi dünyayı anlamayı gerektirir, yargılamayı ve şeytanlaştırmayı değil.
Kekeme Edebiyat, bunun yol ve yöntemini arayan bir kitap.